Son dönemde, potansiyel dünya dışı karşılaşmaların ABD Kongresi’nde tartışılması, uzaylıların gündemde daha fazla yer kaplamasına neden oldu. Uzaylı ziyaretleri hakkında kişisel olarak neye inanırsanız inanın, bu varlıkların varlığını desteklemek için kullanılan birçok şüpheli kanıt inkar edilemez. Bu kanıtlar, uzaylı yaşamının var olup olmadığıyla ilgili değil, bu yaşamın varlığına dair kanıt üretme çabalarıyla ilgilidir. Özellikle eski eserlerle ilgili kanıt arayışının kayda değer ölçüde arttığı görülmektedir. Bu bağlamda, eski bir uzaylı kazasını kaydettiği iddia edilen Dropa taşları dikkat çekmektedir.
Dropa Taşları ve Gerçekler
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Dropa taşları gerçek arkeolojik keşifler değildir. Hiç kimse, bu taşların gerçekten var olduğunu kanıtlayamamıştır ve ortalıkta birçok sahte versiyonu bulunmaktadır. Bu taşlar, kabul edilmiş arkeolojik yorumları ve yöntemleri reddeden uç inançları desteklemek için kullanılan sözde arkeolojik kanıtların en belirgin örneklerindendir. Yine de, bu sözde gerçeklerin ardındaki hikayeyi incelemek, en azından daha az güvenilir kaynakların asılsız iddialarını eleştirmek açısından önem taşımaktadır.
Popüler bir anlatıma göre, 1938 yılında Çinli arkeologlar, Çin ve Tibet sınırındaki Bayan Kara-Ula dağlarında ilginç mağaralar keşfetmişlerdir. Bu mağaralarda, aşırı büyük kafaları olan 120 santimetrelik minik insansı kalıntıları içeren mezarlar bulmuşlardır. Arkeologlar, başka bir mağarada yıldızlar, Ay ve Güneş gibi gök cisimlerini birbirine bağlayan küçük nokta çizgileriyle tasvir edilmiş miğferli varlıkların çizimlerini de keşfetmişlerdir. Daha derinlerde, yaklaşık 30 santimetre çapında ve bir santimetre kalınlığında 716 adet dikkat çekici ve karmaşık bir şekilde oyulmuş, kaynağı bilinmeyen diskler bulmuşlardır.
Bu keşiflerin ardından, kazının baş profesörü Profesör Chi Pu Tei, bulgularını yayınlamak zorundaydı. İlk başta meslektaşları tarafından alay konusu olmuş ve görmezden gelinmiş olsa da, sonunda aynı üniversite tarafından takip edilmiştir. Daha sonra, Dr. Tsum Um Nui bu araştırmayı devralmış ve taşların üzerinde mikroskobik hiyeroglifler bulmuştur. Bu hiyerogliflerin en az M.Ö. 12.000 yılına kadar uzandığı tahmin edilmiştir. Dr. Tsum Um Nui, bu hiyerogliflerin anlamlarını bir araya getirerek, inanılmaz bir hikaye ortaya çıkarmıştır. Bu hikayeye göre, işaretler aslında uzaydan düşen ve bin yıl önce Dünya’ya çarpan Dropa adlı uzaylı bir ırkın kayıtlarıydı.
Kaza, gemidekilerin çoğunu öldürmüş ve hayatta kalanlar, yerel halk olan Ham’ın saldırısına uğramamak için mağaraya sığınmışlardır. Kültürel ve biyolojik farklılıklarına rağmen, bu iki tür kısa sürede barış içinde bir arada yaşamaya başlamıştır. Ancak, uzaylılar gemilerini tamir edememiş ve böylece bu ilkel gezegen üzerinde mahsur kalmışlardır. Dr. Nui, bulgularını yazdı, ancak Pekin Akademisi bu yazıyı yayınlamayı reddetti. Bu durumdan dolayı rezil olan doktor, sonunda emekli olmuş ve Japonya’da kaybolmuştur.
Bu noktada, taşlara ne olduğu merak edilebilir. Bazı kaynaklar, onları test eden ve yapıldıkları metal hakkında bazı ilginç özellikleri doğrulayan Sovyet bilim insanları tarafından incelenmek üzere Rusya’ya gönderildiğini belirtmektedir. Ancak disklerin kendileri o zamandan beri kaybolmuştur. 1974 yılında, Avusturyalı bir mühendis, Çin’deyken iki diski fotoğraflamayı başarmıştır. Hatta müze müdürüyle bu diskler hakkında konuşmuş, ancak birkaç gün sonra hem diskler hem de müdür ortadan kaybolmuştur. Bu noktada, hikayenin bir anlatı olmaktan çıkıp giderek komplo teorisi haline büründüğünü fark edebilirsiniz.
Ayrıca, bu ayrıntılardan herhangi birini doğrulayacak hiçbir kanıt yoktur. Gizemli mağara, minik uzaylılar ve onların harika diskleri hakkında araştırma yapan ve sonuç olarak kariyerlerini kaybeden akademisyenlere dair hiçbir bilgi mevcut değildir. Bu iddiaların hiçbiri takip edilemiyor ve hatta Tsum Um Nui’nin Çince bir isim olmaması gibi durumlar, doktorun kimliğini belirleme çabalarını sonuçsuz bırakmıştır. Ne bir uzaylı uzay aracının dünyaya düştüğüne dair ne de hayatta kalanların yanında bir insan kabilesinin yaşadığına dair kanıt bulunmamaktadır. Tibet’te gerçekten de Dropka adında bir kabile bulunmaktadır, ancak bu kabileyle ilgili iddialar da kesin olarak çürütülmüştür.
Bu ilginç hikayenin kökenleri hakkında merak ediyorsanız, hikaye ilk olarak 1960’lı yıllarda çeşitli zamanlarda yayınlanmış ve 1962’de bir Alman vejetaryen dergisinde tam bir yazı haline dönüşmüştür. Bu yazının her iki yayında da kaynaklar, gerçek olmayan bir medya ajansını göstermektedir.