Zamanın Varlığı Üzerine Düşünceler
Zamanın gerçekten var olup olmadığı sorusunun cevabı, ilk bakışta oldukça açık görünebilir. Zamanın varlığından şüphe etmemiz için görünürde bir neden yok. Ancak, modern fizikteki gelişmeler, zamanın yokluğunun da ciddi bir olasılık olduğunu ve bu ihtimalin ciddiye alınması gerektiğini gösteriyor. Zamanın yokluğunu açıklamak karmaşık bir mesele olsa da, zamanın var olmadığı bir dünyada hayatımızda kayda değer bir değişiklik olmayabilir.
Aşağıda, bilim insanı Sam Baron’un The Conversation‘da yayınlanan makalesinden alıntılanmış dikkat çekici noktaları bulabilirsiniz. Baron, zaman kavramının aslında bir illüzyon olabileceğini öne sürüyor. Ancak bu durumun, yaşamımız açısından büyük bir sorun teşkil etmeyeceğini de belirtiyor.
Geçtiğimiz yüzyıl içerisinde evrenin işleyişini açıklamak için iki büyük fiziksel teori öne çıkmıştır: Genel görelilik ve kuantum mekaniği. Kuantum mekaniği, atom altı parçacıkların ve onların etkileşimlerinin nasıl işlediğini anlamamıza yardımcı olurken; genel görelilik, yerçekimi ve büyük nesnelerin hareketini açıklayan genel bir çerçeve sunmaktadır. Her iki teori de ayrı ayrı oldukça başarılı sonuçlar vermesine rağmen, birbirleriyle çeliştiği düşünülmektedir. Bu çelişkinin doğası hâlâ tartışmalı bir konu olmasına rağmen, bilim insanları her iki teoriyi de daha kapsamlı bir teorinin değiştirmesi gerektiği konusunda hemfikir.
Fizikçiler, genel görelilik ve kuantum mekaniğinin ötesinde bir “kuantum kütleçekimi” teorisi geliştirmek için çaba sarf ediyorlar. Bu tür bir teori, yerçekiminin genel çerçevesinin atom altı düzeyde nasıl işlediğini açıklayacaktır. Ancak böyle bir teoriyi oluşturmak oldukça zordur. İki teori arasındaki çelişkiyi aşmaya yönelik önerilen yaklaşımlardan biri sicim teorisidir. Sicim teorisi, parçacıkları 11 boyutta titreşen sicimlerle temsil eder. Ancak sicim teorisi de çeşitli zorluklarla karşı karşıyadır. Sicim teorileri, benzer bir evreni tanımlayan birçok model sunmakta, fakat hangi modelin doğru olduğunu deneysel olarak test edilebilecek kesin tahminlerde bulunmamaktadır.
1980’ler ve 1990’larda birçok fizikçi sicim teorisinden memnun kalmadı ve kuantum kütleçekimine yönelik yeni matematiksel yaklaşımlar geliştirdi. Bunlardan en dikkat çekeni, uzay ve zamanın son derece küçük ayrık parçacıklardan veya “döngülerden” oluştuğunu öne süren döngü kuantum yerçekimidir. Bu teorinin en çarpıcı yönlerinden biri, zamanı tamamen ortadan kaldırıyor gibi görünmesidir. Ancak, döngü kuantum yerçekimi, zamanı ortadan kaldıran tek teori değildir; başka birçok yaklaşım da zamanın gerçekliğin temel bir boyutu olmadığını öne sürmektedir.
Bu durum, evrenin açıklanması için yeni bir fizik teorisine ihtiyaç duyduğumuzu ve bu teorinin zaman kavramını içermeyebileceğini düşündürmektedir. Böyle bir teorinin doğru olması, zamanın var olmadığı anlamına gelebilir. Ancak bu ihtimali açıklamak karmaşık bir meseledir ve zamanın varlığı ile neyi kastettiğimize bağlıdır. Fizik teorileri, nesneler veya insanlar gibi günlük yaşam unsurlarını içermemesine rağmen, biz yine de masaların, sandalyelerin ve insanların var olduğunu kabul ederiz. Çünkü bu tür nesnelerin varlığı, fiziksel anlatımın ötesinde bir düzeyde kabul edilir.
Örneğin, masaların, evrende hareket eden parçacıkların temel fiziğinden “ortaya çıktığını” söyleyebiliriz. Ancak temel parçacıklardan bir masanın nasıl oluştuğuna dair net bir anlayışımız olmasına rağmen, zamanın nasıl “ortaya çıkabileceği” konusunda henüz bir açıklama bulamadık. Bu nedenle, zamanın nasıl ortaya çıktığına dair yeterli bir açıklama bulamadıkça, zamanın var olduğunu kesin bir şekilde varsayamayız. Zaman, herhangi bir seviyede mevcut olmayabilir.
Sam Baron, Kristie Miller ve Jonathan Tallant’ın çalışmaları bu düşünceyi desteklemektedir. Zamanın hiçbir seviyede olmadığını iddia etmek, masaların da olmadığını söylemekle benzer bir mantık taşır. Masaların olmadığı bir dünyada yaşamayı sürdürmek zor olabilir, ancak zamanın olmadığı bir dünyada çok daha büyük sorunlarla karşılaşmamız muhtemel görünmektedir. İnsan hayatı, büyük ölçüde zaman etrafında şekillenir; geçmişte yaşananları göz önünde bulundurarak geleceği planlarız. İnsanları geçmişteki eylemlerinden dolayı ahlaki olarak sorumlu tutarız ve onları gelecekteki davranışları açısından cezalandırma konusunda kararlar alırız.
Başka bir deyişle, geleceği etkileyebilecek eylemler planlayarak varlık üzerinde etkisi olan canlılar olduğumuza inanıyoruz. Ancak, eğer gerçek anlamda bir gelecek yoksa, gelecekte değişiklik meydana getirmek için herhangi bir şey yapmanın anlamı ne olacaktır? Geçmişin var olmadığı ve gerçekleştirilmiş bir eylemin geleceği değiştirmediği bir senaryoda, birisini geçmişteki bir eyleminden ötürü cezalandırmanın mantığı ne olabilir? Zamanın yokluğunun keşfi, dünyayı durma noktasına getirebilecek bir kavram olarak karşımıza çıkabilir. Belki de yataktan kalkmak için bir nedenimiz olmayacaktır.
Neyse ki, bu karmaşadan bizi kurtaran bir unsur mevcut: Fizik zamanı ortadan kaldırsa da, nedenselliği henüz etkilememiştir. Yani, bir şey diğerini ortaya çıkarabilir. Bu durum, hayatımızda önemli bir değişiklik olmadan, olayların nedeni olarak sorumluluğumuzu yeniden değerlendirmemizi sağlar. Zamanın varlığı olmasa bile, yaptığımız eylemler bir etki yaratmaya devam edecektir.