Görünüşe göre, tanıdığımız birine neredeyse ikiz olacak kadar benzeyen kişiler, aslında tanıdığımız kişiyle sadece dış görünüşlerini değil, birçok genetik özelliği de paylaşıyorlar. Yeni bir araştırma, birbirlerine son derece benzeyen bu bireylerin, birçok genetik varyantı ortaklaşa taşıdığını ortaya koydu. Daha da önemlisi, bu genetik varyantlar yalnızca görünüşlerini değil, günlük yaşamlarının birçok yönünü de etkiliyor. İlginç bir şekilde, bu benzerliklerde vücudumuzda bulunan mikrobiyomlar gibi diğer önemli faktörlerin katkısının oldukça sınırlı olduğu gözlemleniyor.
Araştırmanın baş yazarı ve İspanya’nın Barselona kentindeki Josep Carreras Lösemi Araştırma Enstitüsü (IJC) direktörü olan genetikçi Manel Esteller, insanların kim olduklarını şekillendiren unsurlar üzerine derin bir ilgi beslediğini belirtiyor. 2005 yılında, Esteller ve ekibi, tek yumurta ikizlerinin aslında göründükleri kadar benzer olmadığını, bazı genetik kalıplara sahip olsalar da, epigenetik faktörlerin—yani genlerimizin çevresel ve davranışsal etkilerle nasıl ifadelendiği—önemli bir rol oynadığını gösteren bir çalışma yayımlamıştı.
Recent studies published in Cell Reports, Esteller ve ekibinin bu sefer farklı bir yaklaşım benimsediğini gösteriyor. Araştırmacılar, üç farklı yüz tanıma algoritması kullanarak, görünüşte benzer insanları bulmak üzere çeşitli fotoğrafları inceledi. İlk olarak, orijinal olarak belirlenen 32 çiftin 16’sı, her üç algoritma tarafından da benzer şekilde algılanarak araştırmanın odak noktası haline geldi. Bu ikililer, genel olarak tek nükleotid polimorfizması (SNP) olarak bilinen, insanlardaki en yaygın genetik varyasyonları paylaşıyorlardı.
Bu 16 ikiliden dokuzu, genetik olarak o kadar uyumluydular ki, “ultra” benzerler olarak sınıflandırıldılar. Ancak ilginç bir şekilde, bu ikililerin epigenetik özellikleri ve ağız mikrobiyomları arasında çok az ortaklık bulunuyordu. Esteller, Gizmoda’ya yaptığı açıklamada, bu benzer insanların neredeyse gerçek ikizler kadar yakın olduklarını, genetik dizilimlerinin büyük ölçüde benzer olduğunu fakat epigenetik ve mikrobiyom profillerinin önemli farklılıklar gösterdiğini belirtti.
Ayrıca, bu benzerlikler yalnızca genetik unsurlarla sınırlı kalmıyordu. Araştırmacılar, bu bireylerin benzer eğitim seviyeleri, boyları, kiloları ve hatta sigara içme geçmişleri gibi birçok özelliği de paylaştıklarını gözlemledi. Bu benzerlikler, birbirlerine benzemeyen ikililere kıyasla daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyordu.
Esteller ve ekibi, bu çiftlerin akraba olmadığını doğrulamak için de ciddi çaba harcadılar. Genellikle aynı ülkeden veya kendi tanımlamalarıyla benzer etnik kökenlerden gelmelerine rağmen, bu bireylerin, rastgele seçilen herhangi iki kişiye göre daha fazla akrabalık ilişkisi bulunmadığını keşfettiler. Sadece bir çiftin son birkaç yüzyılda potansiyel bir ortak atası olduğu tespit edildi; bazı çiftler ise tamamen farklı kıtalarda yaşıyorlardı. Bu nedenle, Esteller, bu genetik benzerliklerin bir kısmının rastgele şansa dayandığını düşündüğünü ifade etti: “Gezegen üzerinde o kadar çok insan var ki, sistem kendini tekrar ediyor – genetik kombinasyonlar artık sonsuz değil.”
Esteller ve ekibinin bu araştırması, uzun yıllardır süregelen “doğuştan mı yoksa yetişme şekliyle mi” sorusuna ışık tutabilir. Genlerimizin yüzümüzü ve diğer kişisel özelliklerimizi şekillendirmede etkili olduğu görülse de, bu çalışma ve Esteller’in önceki araştırmaları, her şeyin tamamen genetik yapıya bağlı olmadığını gözler önüne seriyor.