Jel Oje ve Cilt Kanseri Riski
2010 yılında piyasaya sürülmesinin ardından, jel ojeler Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünya genelindeki manikür salonlarının vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Bunun birçok nedeni var, ancak en dikkat çekici olanı, jel ojelerin geleneksel ojelerle karşılaştırıldığında çok daha dayanıklı olmalarıdır. Jel oje, tırnaklarınızdan çıkana kadar ışıltısını ve parlaklığını korur. En büyük avantajı ise, kuruması için uzun süre beklemek zorunda kalmamanızdır. Jel ojenin doğal yolla kurumasını beklemek yerine, ellerinizi jelin içindeki kimyasalları harekete geçirerek sertleşmesine neden olan morötesi ışık altında tutuyorsunuz.
Morötesi ışık, özellikle bronzlaşma işlemlerinde kullanılan bir teknoloji olarak bilinse de, bu ışığın cilt üzerindeki olumsuz etkileri de iyi bilinmektedir. Ancak, araştırmacılar daha önce jel ojelerin morötesi ışık ile kurutulmasının insan derisi üzerindeki etkilerini kapsamlı bir şekilde incelememişlerdi. California San Diego Üniversitesi’nden bir grup bilim insanı, bir güzellik yarışması katılımcısının nadir bir cilt kanseri türüne yakalanmasının ardından bu konuda bir araştırma yapmaya karar verdi.
Araştırmacılar, insan ve fare hücrelerini kullanarak, bir ultraviyole oje kurutucu ile yalnızca 20 dakikalık bir seansın, bir petri kabındaki hücrelerin %30’unun ölümüne yol açabileceğini keşfettiler. Üstelik, ardışık üç 20 dakikalık seans uygulandığında, araştırmacılar cilt kanseri hastalarında görülen genetik mutasyonlar ile birlikte mitokondriyal ve DNA hasarına dair kanıtlar da tespit ettiler.
Salı günü, Nature Communications dergisinde yayımlanan çalışmada, araştırmacılar şu ifadeleri kullandılar: “Deneysel bulgularımız ve önceki araştırmalar, UV oje kurutucuların yaydığı radyasyonun cilt kanserine katkıda bulunabileceğini ve bronzlaşma yataklarına benzer UV oje kurutucularının erken yaşta cilt kanseri riskini artırabileceğini güçlü bir şekilde göstermektedir.” Ayrıca, UV kurutma cihazlarının kullanımının cilt kanseri riskinde artışa yol açtığını kesin olarak belirleyebilmek için daha uzun süreli epidemiyolojik çalışmaların gerektiğini vurguluyorlar. Bilim insanları, “Bu tür çalışmaların tamamlanması ve ardından toplumu bilgilendirmesi muhtemelen en az on yıl alacak.” şeklinde eklemelerde bulundular.