Uzun yıllardır gökbilimciler, henüz keşfedilmemiş olan ve varlığı yalnızca varsayımlar üzerine dayanan Dokuzuncu Gezegen’i bulma çabalarını sürdürmektedir. Gökbilimciler, bu gizemli gezegenin saklanabileceği potansiyel alanları inceleyerek araştırmalarını daha da derinleştiriyorlar.
Diğer yıldızların etrafında dönen gezegenleri tespit etmek, Gezegen X olarak bilinen Dokuzuncu Gezegeni aramakla karşılaştırıldığında daha kolay bir süreç olarak değerlendirilebilir. Diğer yıldızlar üzerinde gözlem yaptığımızda, eğer bir gezegen yıldızın önünden geçerse, bu durumda yıldızın ışığında bir azalma gözlemlenir. Son yıllarda bu geçiş yöntemi kullanılarak, çok sayıda öte gezegen keşfedilmiştir. Ancak, kendi Güneş Sistemimizde Venüs ve Merkür dışında başka gezegenlerin bu yöntemle tespit edilmesi mümkün değildir. Zira bu iki gezegen, zaten çıplak gözle gözlemlenebildiğinden, onları bulmak için bu yöntemi kullanmak pek de anlamlı değildir.
Öte yandan, Satürn, Jüpiter ve Mars gibi gezegenler, antik dönemlerde gökyüzündeki parlak nesneleri gözlemleyerek keşfedilmiştir. Uranüs, 1781 yılında gökbilimci William Herschel tarafından, diğer yıldızlara göre hareket eden parlak bir nesneyi fark etmesi sonucunda keşfedilmiştir. Ancak, Neptün gezegeni, gökbilimci ve matematikçi Urbain Le Verrier tarafından 1846 yılında Uranüs’ün gözlemlenen yörüngesi ile Newton fiziğinin öngördüğü yörüngeler arasında bir farklılık olduğunu keşfettikten sonra bulunmuştur. Le Verrier, bu farklılığın Uranüs’ün ötesinde başka bir gezegenin varlığıyla açıklanabileceğini öne sürdü ve bilinmeyen bu cisme dair yörünge tahminleri yaptı. Alman gökbilimci Johann Gottfried Galle, Le Verrier’in tahmin ettiği konumda Neptün gezegenini keşfetti.
Neden Dokuzuncu Gezegeni Arıyoruz? Astronomların gizemli Dokuzuncu Gezegeni arama motivasyonlarından biri, 2015 yılında Caltech’ten iki gökbilimcinin, Neptün’ün yörüngesini etkileyen altı nesnenin, büyük bir kütle çekim kuvvetine sahip bir varlık tarafından “sürüldüğünü” düşündürten kanıtlar sunması olmuştur. Şimdi, aynı ekip, Dünya’nın yarıçapının iki ila dört katı büyüklüğünde olduğunu düşündükleri bu nesnenin olası konumunu daraltmayı başardı. Ancak, bunun yalnızca istatistiksel bir anormallik veya Caltech’teki gökbilimciler açısından bir seçim yanlılığı olabileceği yönündeki tartışmalar, bu cismi hala belirsizlik içinde bırakmaktadır.
Ekip, The Astronomical Journal’da yayımlanan yeni bir ön baskı makalesinde, Pan-STARRS1 araştırmasından elde edilen verileri kullanarak, önceki araştırmalarda potansiyel gezegenin aranacağı yerler olarak tanımlanan alanların %78’ini ortadan kaldırdı. Bu durum, yeni bir Dokuzuncu Gezegenin bulunmasını umanlar için hayal kırıklığı yaratabilir; ancak böyle bir gezegen varsa, nereye odaklanacaklarını belirlemeleri, gelecekteki incelemeler için umut verici bir gelişme anlamına geliyor.
Özellikle ilgi çekici alanlar arasında galaktik düzlemin yakınları yer almakta ve bu bölgeler, yaklaşan Vera Rubin Gözlemevi araştırması tarafından incelenecek. Bununla birlikte, ekip, Dokuzuncu Gezegeni bulmanın zorluklarının nedenlerini de araştırdı. Makalelerinde, “Elbette, Dokuzuncu Gezegeni aramanın bir sebebi, bu gezegenin var olmama olasılığını göz ardı edememektir” ifadesine yer verdiler ve devam ettiler: “Eğer böyle bir gezegen yoksa, dış Güneş Sistemi’nde gözlemlenen birçok olayı açıklamak için yeni teorilere ihtiyaç duyulacaktır. Bu tür açıklamalar sunulana kadar, Dokuzuncu Gezegeni en olası hipotez olarak değerlendirmeye devam edeceğiz.”
Bir diğer olasılık ise Dokuzuncu Gezegeni’nin, daha önce düşünüldüğünden daha uzakta ve daha büyük kütleye sahip olması, dolayısıyla tespit edilmesinin daha zor olmasıdır. Ekip, mevcut nesnelerin yörüngelerini en iyi şekilde açıklama potansiyeline sahip olan bir gezegenin dış Güneş Sistemi’nde var olduğuna inanmaktadır. Çalışmanın başyazarı Dr. Micheal Brown, Universe Today ile yaptığı bir röportajda, “Yörüngelerin yönleri en iyi bilinenlerdir, ancak aynı zamanda birçok nesnenin büyük günberi mesafeleri, oldukça eğimli ve hatta geri giden orbitlerin varlığı ve Neptün’ün yörüngesinin içinden geçen çok eksantrik yörüngeler de mevcuttur” diyerek şunları ekledi: “Bunların hiçbirinin Güneş Sistemi’nde olmaması gerekmez, ancak hepsi Dokuzuncu Gezegeni’nin bir etkisi olarak kolayca açıklanabilir.”
Çalışma, ön baskı sunucusu arXiv üzerinde yayımlanmıştır.