İnsanoğlu, tarih boyunca ömrünü uzatma çabası içinde olmuştur. Bugün, yeni bilimsel gelişmeler ışığında bu çabanın hangi noktada olduğunu keşfetmek büyük bir merak konusu. CNN, Nobel ödüllü moleküler biyolog Venki Ramakrishnan ile ‘Why We Die: The New Science of Aging and the Quest for Immortality’ adlı kitabı üzerine bir röportaj gerçekleştirmiştir. Ramakrishnan, kitapta uzun ömür için çeşitli teorileri ve ömrün sınırlamalarını araştırmış ve bu konudaki bilimsel çalışmaları incelemiştir.
Yaşlanma Nedir? Neden Ölüme Yol Açar?
Ramakrishnan, yaşlanmayı hücrelerimizdeki moleküllerde oluşan kimyasal hasarın birikmesi olarak tanımlıyor. “Şaşırtıcı bir şekilde, rahimdeyken yaşlanmaya başlıyoruz. Yaşlanma, yaşamımız boyunca sürekli olarak gerçekleşiyor” diyor. Ünlü bilim insanı, insan vücudunun DNA ve üretilen düşük kaliteli proteinlerdeki yaşa bağlı hasarı düzeltebildiğini fakat zamanla bu hasarların onarıcı mekanizmaların önüne geçmeye başladığını belirtiyor. Ayrıca, “Vücudu, birlikte çalışması gereken birçok sistemin bulunduğu bir şehir gibi düşünün. Hayatta kalmamız için kritik olan bir organ sistemi başarısız olduğunda ölürüz. Bireysel olarak öldüğümüzde, aslında organlarımız gibi çoğumuz hâlâ hayattadır. Bu nedenle, kazazedelerin organları nakil alıcılarına bağışlanabilmektedir” şeklinde ekliyor.
İnsan Ömrünün Sınırları Var Mı?
Röportajda dikkat çeken bir diğer soru, insan ömrünün bir sınırı olup olmadığı. Ramakrishnan, yaşam süresi ile ilgili kısıtlamaları evrimsel bir perspektiften ele alıyor. “Daha büyük hayvanlar genellikle daha uzun yaşama eğilimindedir,” diyor ve ekliyor: “Küçük hayvanlar, diğer canlılar tarafından yenme, açlık veya doğal afetler gibi nedenlerle daha kısa ömürlüdürler. Bu nedenle, evrim hızlı büyümeyi ve çabuk olgunlaşmayı teşvik eder, böylece üreyebilir ve genlerinizi aktarabilirsiniz.” Ramakrishnan, “Eğer daha büyük bir hayvansanız, daha uzun süre hayatta kalmak, yaşam süreniz boyunca daha fazla yavru yapma şansı verecektir. İnsanlar için bu ince ayarlanmış kaynak dengesi, bize yaklaşık 120 yıllık bir maksimum ömür sağlar. Ancak bu, biyolojimizi değiştiremeyeceğimiz ve yaşlanma süreçlerini etkileyemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Birçok yaşlanma bilimcisi gibi ben de bunun mümkün olduğuna inanıyorum. Ancak bu tür müdahalelerin ne kadar uygulanabilir olacağı konusunda onların iyimserliğini paylaşmıyorum” yorumunu yapıyor.
Yaşlanma Saati Geri Dönebilir Mi?
Moleküler biyolog, bu soruya “Yaşlanma saati her nesilde geriye doğru işliyor. 40 yaşında bir kadının doğurduğu çocuk, 20 yaşında bir kadının doğurduğu çocuktan 20 yaş büyük değildir; her ikisi de sıfırdan başlıyor. Yani, bir noktada yaşlanma saati tersine dönebilir” şeklinde yanıtlıyor. Burada, klonlamanın yaşlanma saatini tersine çevirmede potansiyel bir rolü olabileceğini belirtiyor. Ancak, bu alandaki zorlukların da dikkate alınması gerekiyor. “Klonlanmış koyunların belki de en ünlüsü olan Dolly, hastalanıp normal yaşının yaklaşık yarısında ölürken, diğer klonlanmış koyunlar normal hayatlarını sürdürmeye devam etti. Bu durum, bazılarını yaşlanma saatini sıfırlamanın daha geniş ölçekte mümkün olması gerektiğine ikna etti. Yetişkin hücrelerin embriyonik hale gelmesi ve yeniden büyümeye başlaması için kandırılması başarılı olsa da, pratikteki zorluklar klonlamayı oldukça verimsiz hale getiriyor. Pek çok hücre, alınamayacak kadar fazla hasar biriktirmiştir; bu da, tek bir hayvanı büyütmek için çok sayıda deney yapılmasını gerektiriyor” diyor.
Yaşlanma ve Uzun Ömür Genetikle İlişkili Mi?
Ramakrishnan, ebeveynlerin ve çocuklarının yaşları arasında bir korelasyon olduğunu kabul ediyor, fakat bu ilişki tam anlamıyla yüzde yüz değildir. 2700 Danimarkalı ikiz üzerinde yapılan bir araştırmayı hatırlatarak, genlerin yaşam süresine yaklaşık %25 oranında etki ettiğini ifade ediyor. “Açıkçası genetik bir bileşen var, ancak etkileri ve sonuçları karmaşık” diyor.
Ölümsüzlük Arayışı: Bir Serap mı?
Ramakrishnan, “Çoğumuz yaşlanmak ya da bu hayatı terk etmek istemiyoruz. Parti hala devam ederken gitmek istemeyiz. Ancak vücudumuzdaki hücreler her zaman üretilip ölse bile biz var olmaya devam ediyoruz. Benzer şekilde, bireyler gelip gittikçe Dünya’daki yaşam da devam edecektir. Bir düzeyde, bunun da bu düzenin bir parçası olduğunu kabul etmeliyiz. Bence bu ölümsüzlük arayışı bir serap. Yüz elli yıl önce, ortalama 40 yaşına kadar yaşamayı bekleyebilirdiniz. Bugün ise ortalama yaşam süresi yaklaşık 80. Yazar Steven Johnson’ın da dediği gibi, bu neredeyse fazladan bir ömür eklemek gibidir. Ama hala ölmek konusunda takıntılıyız. Sanırım 150 yaşına kadar yaşasaydık, neden 200 ya da 300 yaşına kadar yaşamadığımız konusunda endişeleniyor olurduk. Bu hiç bitmiyor” diye sözlerini tamamlıyor.