Çiçek Hastalığı ve Aşının Tarihçesi
1700’lü yıllarda çiçek hastalığı, özellikle kalabalık şehirlerde kolayca yayılan bir enfeksiyondu ve tedavi imkanı yoktu. O dönemde, bu hastalıkla başa çıkmak için geliştirilen en yaygın yöntem, insanların hafif bir enfeksiyon geçirmesini sağlamaktı. Bu süreç, kişilerin bağışıklık kazanmasını umarak, variolasyon adı verilen bir uygulama ile gerçekleştiriliyordu. Variolasyon, çiçek hastalığı virüsünün küçük bir dozunun kasıtlı olarak insanlara bulaştırılmasıyla yapılıyordu.
Bu süreçte, Edward Jenner adında bir doktor, sütçü kızların sığır çiçeği hastalığına yakalanmalarının ardından çiçek hastalığına karşı bağışık olduklarına dair söylentiler duydu. Bu durumu test etmek için, hastalarından biri çiçek hastalığına yakalandığında, bir sütçü kız olan Sarah Nelmes ile temasa geçti. Jenner, Sarah’dan aktif bir sığır çiçeği enfeksiyonu alarak, 8 yaşındaki oğluna önce sığır çiçeği virüsünü bulaştırdı. Bu deney, söylentilerin doğru olduğunu kanıtladı ve sonunda günümüzde muhtemelen tüm etik kurullar tarafından reddedilecek bir dizi denemenin ardından, dünyanın ilk aşısı ortaya çıktı.
COVID-19 salgını sırasında, dünya genelinde aşıya ihtiyaç duyulması, sağlık sistemlerini zor durumda bıraktı. Ancak, aşıların etkin bir şekilde dağıtılması için küresel bir işbirliği sağlamak, bir asırdan fazla zaman aldı. Bu nedenle, bazı ülkeler kendi çözümlerini geliştirmeye çalıştı. Bu süreçte, tarihin ilk uluslararası sağlık programı olarak bilinen bir girişim ortaya çıktı: The Balmis Expedition.
The Balmis Expedition: Yetimlerle Aşı Taşıma Programı
1803 yılında, İspanya Kralı IV. Charles, Amerika’daki uzak İspanyol kolonilerine çiçek hastalığına karşı aşılar göndermeye karar verdi. Bu aşılar, kolonilerin kendi aşı programlarını başlatabilmeleri için gerekli bilgi ve kaynaklarla birlikte ücretsiz olarak sunulacaktı. Kral, çiçek hastalığından kişisel olarak etkilenmiş ve birçok aile üyesini kaybetmişti. Ancak, sığır çiçeği iltihabının sadece birkaç gün boyunca canlı kalabilmesi büyük bir sorun teşkil ediyordu. Amerika’ya ulaştıklarında, örneklerin işe yaramayacağı düşünülüyordu.
Ekip, yolculukları sırasında enfeksiyonu koruyabilmek için inekleri kolonilere taşıma önerisi üzerinde düşündü; ancak, bu yöntem, hayvanları taşımak için gereken zorluklar nedeniyle reddedildi. Daha sonra, hastalığı taşımak için çok daha tartışmalı ama etkili bir yöntem buldular: Hastalık, yetim çocuklar aracılığıyla taşınacaktı. O dönemde dünyada çok sayıda yetim çocuk bulunması, kaynak bulmanın bir sorun oluşturmadığını gösteriyordu.
Bu bağlamda, gemi, yaşları 3 ile 9 arasında değişen 22 yetim çocuğu aldı. İki çocuğa enfeksiyon bulaştırıldı ve bu sayede enfeksiyon canlı tutuldu. Ardından, bu çocukların püstüllerindeki irinden faydalanarak, iki çocuğa daha hastalık bulaştırıldı. Gidilecek yer ulaştığında, yerel ailelere bu çocuklara hastalığı bulaştırmaları ve hastalığı canlı tutmaları için para ödendi. Bu yöntemle, insanları çok daha ölümcül olan çiçek hastalığına karşı aşılamak mümkün hale geldi.
Keşfin etik açıdan ciddi bir şekilde sorgulanabileceği kesin olmakla birlikte, hastalığı yetimlerde saklamak ve onları bu süreçte olağanüstü bir yolculuğa göndermek, muhtemelen sayısız hayat kurtardı.