Antarktika: Zorlu Koşullar ve Uluslararası Anlaşmazlıklar
Antarktika, dünyanın en soğuk, en kurak ve en rüzgarlı kıtası olarak bilinir. İç kesimlerinde yaz mevsiminde -30°C gibi “yüksek” sıcaklıklar görülebilirken, kış aylarında bu sıcaklık -80°C gibi inanılmaz seviyelere düşebilir. Bu kıta, insanlığın geri kalanından o kadar uzak bir konumda yer alıyor ki, kalıcı bir nüfusu yoktur. Eğer burada uzun süre yaşamayı düşünüyorsanız, karşılaşacağınız zorlukların ciddiyetini göz önünde bulundurmanız gerekir. Ancak, tüm bu zorluklara rağmen, Antarktika uluslararası hukuk ve toprak anlaşmazlıklarıyla dolu bir bölge olma özelliğini taşıyor.
Antarktika’nın Sahipliği Üzerine Tartışmalar
Antarktika kimin toprağıdır? Sorusu, kime, nerede ve ne zaman sorulduğuna bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Cevaplar, “hiç kimse”den “53 farklı ülkeye” kadar geniş bir yelpazeyi kapsayabilir. 2015 yılında Dışişleri ve Milletler Topluluğu Ofisi’nin Kutup Bölgeleri Departmanı Başkan Yardımcısı olan Henry Burgess, Kraliyet Coğrafya Topluluğu ile yaptığı bir röportajda, “1959 yılında imzalanan Antarktika Anlaşması, bu kıtadaki tüm faaliyetleri yönetmektedir” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Burgess, 56 ülke tarafından onaylanan bu anlaşmanın “eşsiz ve uluslararası düzeyde önemli bir yönetim sistemi” oluşturduğunu, kıtayı yalnızca barış ve bilim için bir bölge olarak belirlediğini vurgulamıştır.
Başka bir deyişle, uluslararası bakış açısıyla değerlendirildiğinde, hiç kimse Antarktika’nın sahibi değildir. Antarktika Anlaşması, kıtada herhangi bir bölgesel iddianın oluşturulmasını veya genişletilmesini yasaklamaktadır. Ayrıca, bu anlaşmaya göre bölgede askeri faaliyetler, silah testleri ve madencilik faaliyetleri yapılması da yasaktır. Anlaşmanın 60° Güney enleminin güneyindeki tüm alanların “yalnızca barışçıl amaçlarla kullanılacağı” belirtilmiştir. Fakat, gerçek olamayacak kadar iyi görünen bu durumun da kendi içinde bazı detayları vardır.
Antarktika Üzerinde İddialar Sahibi Ülkeler
Resmi olarak Antarktika’nın bazı bölgeleri için iddiada bulunan yalnızca yedi ülke bulunmaktadır: Birleşik Krallık, Arjantin, Avustralya, Şili, Fransa, Yeni Zelanda ve Norveç. Burgess, “Antarktika Yarımadası üzerindeki iddialar, 1940’lar ve 1950’lerde Birleşik Krallık, Şili ve Arjantin arasında uluslararası gerginliklere yol açmıştır” demektedir. En belirgin bölgesel tartışmalar bu üç ülke arasında yaşanmaktadır. Antarktika’nın siyasi haritasına baktığınızda, sol üst çeyrekte bir karışıklık görebilirsiniz.
- Norveç, Avustralya, Fransa ve Yeni Zelanda, kıtanın ayrı bölgeleri üzerinde hak iddia ederken,
- Şili, Arjantin ve Birleşik Krallık’ın iddiaları aynı bölgelerde örtüşmektedir.
Bütün bu ülkelerin neden Antarktika’ya sahip olmak istediğine bakıldığında ise, çoğu zaman yanıtın doğalgaz ve petrol kaynakları olduğu görülmektedir. ABD ve birçok ülke, Antarktika’daki mevcut toprak iddialarını tanımamayı tercih etmekte ve bu durum kendileri için daha avantajlı olmaktadır. ABD’nin 1956’dan beri kıtada sürdürdüğü Amundsen-Scott araştırma istasyonu ile birlikte, Çin ve Rusya gibi birçok ülke, yıllar içinde bölgede 75’ten fazla araştırma istasyonu kurmuştur. Türkiye ve İran gibi diğer ülkeler de geleceğe yönelik Antarktika planları geliştirmektedir.
Birçok ülke, şu ana kadar resmi bir hak iddiasında bulunmamış olsalar da, Antarktika’da toprak talep etme konusunda geçerli sayılabilecek temellere sahiptir. Örneğin, Brezilya ve Ekvador gibi ülkeler, haritalarda almak istedikleri bölgeleri bile işaretlemişlerdir. Antarktika’nın buz tabakaları, şu anda 4,8 kilometre derinliğe ulaşabilmekte, bu da kıtanın doğal kaynaklarının çıkarılmasını son derece zor hale getirmektedir. Ancak, süreç maliyet açısından daha uygun hale geldiğinde, kara kütlesinin altında 200 milyar varil değerinde bir petrolün gizlendiği tahmin edilmektedir.
Elbette, daha önce bahsettiğimiz Antarktika Anlaşması, bu bölgede madencilik faaliyetlerini yasaklamaktadır. Ancak, anlaşmanın kendisi teknik olarak bir sona erme tarihi taşımamakla birlikte, içindeki çeşitli hükümler zamanla yeniden müzakere edilebilmektedir. Özellikle maden aramayı yasaklayan çevre protokollerinin, 2048 yılında gözden geçirilmesi beklenmektedir.